My Blog

28 Şubat Darbesi Hak İhlalleri

Ülkemiz çok partili hayata geçtikten sonra neredeyse her on yılda bir darbe veya muhtıralara sahne olmuştur. Bunun sonucu olarak da TBMM ve siyasi partiler kapatılmış, millet iradesi hiçe sayılmış, başta yaşam hakkı olmak üzere temel insan hakları çiğnenmiştir. Bu darbelerden birisi de pek çok insan hakları ihlali ile sonuçlanan ve yüzbinlerce insanın mağdur olmasına neden olan ve diğer klasik anlamdaki darbelerden farklı özellikleri bulunması nedeniyle “Postmodern” olarak nitelenen 28 Şubat (1997) darbesidir.

 
Bu farklılığın diğer bir nedeni de şudur; Daha önceki darbeler, anarşi, ekonomik bunalım ve kötü yönetim gibi nedenlere dayandırılırken, 28 Şubat darbesi doğrudan halka ve onun yaşam biçimine karşı yapılmıştır. Bu darbenin diğer bir farklılığı da darbecilerin sadece tankları yürüten militarist güçlerden ibaret olmamasıdır. Zira darbe ortamını hazırlayıp algı oluşturan medya, kendilerini toplum mühendisi yerine koyarak toplumu ve siyaseti dizayn etmekle görevli addeden karanlık odaklar, bazı sendika ve meslek kuruluşları ve rantçı sermaye grupları, YÖK ve yüksek yargı mensupları da bu karanlık sürecin faili olmuşlardır.

 
Kısacası 28 Şubat MGK kararları, darbenin legal kılıfını sunarak darbeci görünmek istemeyen ama dört gözle bekleyen sivillere psikolojik rahatlama sağlamıştır.


Her darbe döneminde olduğu gibi bu dönemde de birçok kişi inançları nedeniyle haksız uygulamalara maruz bırakılarak din ve vicdan hürriyetleri ihlal edilmiştir.


Kabul etmek gerekir ki 28 Şubat sürecinin en derinden etkileyip mağdur ettiği kesim şu anda bile cezaevlerinde bulunan kesimdir. Çoğu başörtü eylemlerine katıldıkları, bu eylemlerde pankart açtıkları, camilerde Kur’an dersi verdikleri için ceza almışlardır. Dolayısıyla bu kişiler suçsuz yere 25-30 yıldır cezaevlerinde tutulurken aileleri cezaevi yollarında ömür tüketmekte, çocuklar babasız, anneler çocuklarına hasret bir ömür sürdürmek zorunda kalmaktadırlar.


28 Şubat darbe döneminde binlerce başörtülü memur ya ihraç edilmiş ya istifa zorlanmış ya da hiç göreve başlatılmayarak çalışma hakları ellerinden alınmıştır. Kamuda “başörtüsü yasağı” getirilerek birçok kamu görevlisi hakkında soruşturma açılmış, birçoğunun işine son verilmiştir. Üstelik bu yasak sadece kadınları değil eşi başörtülü erkekleri de etkilemiştir. Sayısı tespit edilemeyen çok sayıda erkek, eşi başörtülü olduğu için veya “irticai fikirleri ya da faaliyetleri” nedeniyle işten atılmış, kişiler eşleri ve işleri arasında tercih yapmaya zorlanmıştır.


Bu dönemde binlerce başörtülü öğrenci okullarından uzaklaştırılarak ve katsayı uygulamasıyla fırsat eşitliği ortadan kaldırılmak suretiyle eğitim hakları ellerinden alınmıştır. Başörtülü öğrenciler üniversitelere alınmamış hatta “ikna odaları” kurularak öğrencilerle yapılan özel görüşmelerle üzerlerine psikolojik baskı oluşturulmuştur. Öğrencilere iki seçenek bırakılarak ya başlarını açarak yükseköğrenimlerini sürdürebilecekleri ya da açmayarak üniversite hayallerine son vermeleri istenmiştir.


Yine birçok sivil toplum örgütünün kapatılmak ya da faaliyetleri sınırlandırılmak suretiyle örgütlenme ve ifade özgürlüğü hakları engellenmiş, en küçük sermaye sahipleri dahi kategorize edilerek üretim ve mülkiyet hakkı sınırlanmıştır.
Yapılan fişlemeler ile özel hayatın gizliliği yok edilmiştir.

 
Seçilmiş iktidarı uzaklaştırma ve parti kapatma uygulamaları ile seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları ihlal edilmiştir.
Amaç ve odağı ne olursa olsun tüm darbeler insanlığa, onun iradesine ve onun haklarına karşı yapılmış zorbalıklardır. 28 Şubat Postmodern Darbesi toplumun bir kesimine karşı yapılmışsa da yıkıcı sonuçları tüm toplumu derinden etkilemiştir. Örneğin; 28 Şubat süreci neticesinde oluşan 2001 krizinde içi boşalan bazı bankalara el konularak borçları devlete yüklenmiştir. Bankaların borçları ve ekonomik krizin devlete maliyetinin 390 milyar doları bulduğu ifade edilmiştir.


Yine İmam hatip Liselerinin önünü kesmek için çıkarılan katsayı uygulaması da tüm meslek liselerini ciddi şekilde etkilemiştir. Örnek olarak belirtmek gerekirse; 1997 yılında Hukuk Fakültelerine yerleşen öğrencilerden meslek lisesi mezunlarının oranı %23 iken bu oran katsayı adaletsizliğinden sonra hızla düşmeye başlamış ve 2009 yılında bu oran %1’in de altına inmiştir. Ayrıca meslek liselerine talebin azalması sonucu sanayide ihtiyaç duyulan ara eleman sıkıntısı da had safhaya ulaşarak kalkınmayı olumsuz yönde etkilemiştir.


Yine bu sürecin mağdurlardan biri de o dönemde görev yapan bürokratlardır. Bu bürokratların hemen hemen tümü ya görevleriyle ilgisi olmayan birimlere atanmış, ya ailesinden çok uzak bölgelere sürülmüş ya da işgal ettiği makamlarla uzaktan yakından ilgisi olmayan rütbe tenziline uğratılmışlardır. Dahası hak arama mercii olarak gördükleri mahkemelerde görevli brifingli yargıçlar tarafından ve daha sonra büyük çoğunluğu Fetöcü oldukları gerekçesiyle görevlerinden uzaklaştırılanlar tarafından davaları reddedilerek mağduriyetleri daha da arttırılmıştır. Söz konusu görevlilerin çoğu baskı, haksız tayin ve makam tenzili nedeniyle ya emekli olmuş ya da görevlerinden ayrılmak zorunda kalmışlardır. Aileleri de perişan olan bu kesimin de mağduriyetleri henüz giderilmiş değildir.


Hukuk devletinde benzeri hukuksuzluk ve hak ihlallerinin giderildiği yer normalde yargı mercileri olmaktadır. Ancak bu süreç yargıyı da yozlaştırarak adeta ihlalleri onayan noter konumuna getirmiştir. Brifing ve talimatlarla harekete geçirilen yargı erki silah olarak kullanılmış; adalet dağıtması gereken hâkimler ve mahkemeler hukuk dışı kararlara imza atmışlardır. Mahkumların ifadeleri ile “delil yerine kanaate dayalı kararlar” ile verilen uzun süreli tutukluluklar ve mahkumiyetler ile birçok vatandaşımızın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ihlal edilmiştir.
Bu dönemde verilen yargı kararlarının neredeyse tamamı sübjektif ve ideolojik temelli olmuştur. Gerçekten de bu dönemde yargıçlara Genelkurmayda brifingler verilmiş, Adalet Bakanlığı’nca Antalya’da düzenlenen “Yargı ve Cezaevleri Sorunu” konulu toplantıya katılan cumhuriyet başsavcısı ve savcıları ’Laiklik Bildirisi’ yayımlamış, ayrıca bu bildiri zamanın Genelkurmay Başkanınca övgüye mazhar bulunmuştur. Tüm bu gelişmeler Yargının açıkça nasıl baskı altına alındığını, bu şartlar altında gerçekleştirilen yargılamanın da adil ve tarafsız olamayacağını göstermektedir. Gerçekten de süreç mağdurlarının bu dönemde açtığı davaların istisnalar dışında tamamına yakını reddedilmiştir.


Son yıllarda Yükseköğrenimde ve kamuda kılık kıyafet yasağı gibi bazı hak ihlallerinin ortadan kaldırılması için önemli adımlar atılmıştır.
Ancak bu olumlu gelişmelere rağmen yukarıda da zikredildiği gibi henüz mağduriyetleri giderilmeyen on binlerce kişi bulunmaktadır. Özellikle cezaevlerinde bulunanlar ile işten atılmasa da istifaya zorlanan veya istifa için sürgüne gönderilen, hak etmedikleri kıdem ve rütbe tenzili yapılarak çok büyük maddi ve manevi kayıplara uğrayan, sınavları kazanarak atama beklerken hala atamaları yapılmayanların veya ataması yapıldığı halde daha sonra işten atılanların bir an önce mağduriyetlerinin giderilmesi gerekmektedir.
Kısacası hakları ihlal edilen tüm 28 Şubat mağdurlarının taleplerine kulak vermek ve bu talebin gereğini yerine getirmek başta yargı, iktidar ve TBMM olmak üzere herkesin üzerine düşen önemli bir görevdir.


28 Şubat post-modern darbesi mahkeme tarafından mahkum edilmesine, bu süreçte görülen yargılamanın tarafsız olmadığı açık delillerle ortaya konulmasına rağmen bu sürecin mağdurlarından büyük bir bölümünün hala mağduriyetleri giderilmiş değildir. 15 Temmuz Fetö hain darbe girişimine karşı tanklar önüne yatarak şehit ve gazi olan kahramanlar nasıl övgüye layıksa 28 Şubat sürecinin acımasızlığına göğüs gererek direnenler de övgüye layıktırlar. Zira çoğu kişinin kutsal değerleri bile ayaklar altına alarak paye kapma yarışına girdiği bir dönemde bu kişiler maddi kayıplara ve psikolojik travmalara rağmen onurlu duruşlarını sürdürmüşlerdir.

 
Bu nedenle 28 Şubat sürecinde maddi ve manevi kayba uğrayan bütün kesimlerin mağduriyetleri bir an önce giderilmelidir. Bunun için gerekirse yasal düzenlemeler yapılarak en azından baskı altında taraflı yargı tarafından yargılananlar için yeniden yargılama yolu açılmalıdır. Sosyal hukuk devletinin gereği de budur.